Modernitenin ve Modernist Estetiğin Diğer Yüzü

Modernitenin ve Modernizmin, birbirlerine bağlı içerikleriyle bir eleştiri niteliğine sahip oldukları ve bu eleştiriyi ne ölçüde gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği konusunda, tarihte çok derin kuşkuların doğduğunu söylemek gerekir. Ortaya konulan eleştiriler, öncelikle aydınlanma felsefesinin tanımladığı özerk birey anlayışına sonra da modernist estetiğe yöneltilmiştir.

Doğrudan belirtmek gerekirse, henüz 18. yy. da gündeme gelen feminist anlayış, Mary Wollstonecraft'ın (1759-1797) güçlü yazılarıyla "kadının bir birey sayılmadığı" üzerine bir çıkış başlatmıştı ve aydınlanma rasyonalitesi üzerinde derin kuşkulara yol açmıştır.

19. yy ın ortalarında ise Karl Marx'ın (1818-1883) kapitalizm üzerinde yaptığı çözümlemeler, modernitenin ve modernizmin eksik yönlerini su yüzüne çıkartmıştır. Marx, bu üretim sistemi içinde kapitalist piyasayı, yaratıcılığı köreltici bir etken olarak görmüştü. Marx'a göre kapitalizm, insanları sürekli yaratıcılığa zorlaması bakımından olumlu bir sistemdi. Oysa çalışan insanlar, yaratıcılıklarını bu piyasanın belirlediği kar amacına yönelik olarak kullandıklarına, kendi doğalarından uzaklaşıyor, onların ürünleri de ticari bir eşya (meta) olmaktan ileri gidemiyordu. Bu durum modernitenin özerkleşme, özgürleşme ve refaha kavuşma vaatlerini engellediği gibi, onun eleştirel yönünü de baltalıyordu.

Çünkü insanlar kendi doğalarını terk ettikçe, eleştirel akıl kullanma yetilerini yitiriyorlar ve kapitalist piyasanın tanımladığı, faydacı bir akla mahkum kalıyorlardı. Çalışan insan aynı zamanda, bu nedenle hem ürettiği ürüne, hem de toplumuna "yabancılaşıyordu" Marx şöyle yazmıştı : Burjuvazi şimdiye kadar şerefli olan ve huşu ile karşılanan her mesleğin üzerindeki kutsal haleyi çıkarıp attı. Hekimi, avukatı, rahibi, şairi, bilim adamını ücretli emekçilere dönüştürdü". Fakat sorun yalnızca çalışan insanın kendi ürününe "yabancılaşması" değildi. Söz konusu sorun kültürel yaşamı ve sanatı da etkiliyordu. Kapitalizm, burjuva kültürünün egemen bir kültür olarak yayılmasına neden olmuş, sanatı da aynı kültürün bir aracı durumuna indirgemişti. Böylece kar için ortaya konulan rekabet, kültürel ürünleri de etkilemişti. Gerçi sanatın, aristokrasi ve kilise patronajından (himayesinden) kurtulup piyasaya çıkmasıyla, izleyiciye ulaşmada demokratik bir açılım meydana gelmişti. Ama bu kez de sanat yapıtı piyasa koşulları yüzünden istenmeyen bir homojenleşme ile karşı karşıya kalmıştı.

Marx'tan önce yazdığı yazılarda Hegel, bu durumu "ikinci doğa" olarak adlandırmıştır. Ayrıca Hegel, sanat üretiminin insanların doğaları yerine, artık endüstri toplumunun yarattığı piyasa koşullarına göre gerçekleştiğine de dikkat çekmişti.Yine de Marx, sanatı tümüyle bir fabrika üretimi gibi görmedi, onun hala bir ayrıcalığının olduğunu onayladı: Ona göre sanat, piyasanın etkisi altında olsa da, yine de fabrika üretiminden başka bir yöntemle üretiliyor ve bir ölçüde de olsa, özerk yapısını koruyabiliyordu ve her şeye rağmen sanat, kapitalizmin karşılayamayacağı insani gereksinimleri hala karşılayabilme yetisini taşıyordu.

Marx elbette bir romantik değildi. Fakat romantizmin estetik anlayışının belki de en değerli buluşu sayılabilecek "olması gereken" i ima etme tavrını benimsedi. O, geçmişteki büyük edebiyat eserlerinde yer alan, insanın geleceğine dair ütopyacı umudu çok önemsedi. Bununla birlikte Marx'ın asıl beklentisi, geleceğin toplumunda estetiğin sanat dışına taşması ve iş sürecine egemen olması idi.
Bu tam anlamıyla emeğin, sanata gereksinim duymaksızın estetikleşmesi demekti.
Yani estetik, iş sürecine dahil olduktan itibaren sanat demokratikleşecek ve kitleselleşecekti. Böylece sanat da önemini yitirecekti.

Şunu hemen ifade etmeli ki Marx'ın kastettiği kitle, kapitalist piyasa koşulları altında üretim yapan, robotlaşmış bir kitle değildi. O halde Marx, estetiği kitleye havale ederken, endüstrileşmiş alt sanata yakınlaşmış olmuyordu. Onun "olması gereken" yönünde tasavvur ettiği kitle, geleceğin toplumunda, demokratikleşmiş üretim araçlarını kullanarak bir üretim kültürüne yönelecek ve böylece emek-teknoloji-estetik bağlantısı kurulmuş olacaktı.

Diğer yandan da modernist estetiğin anlamını bulduğu yüksek sanat, estetiğin kitleselleşmesi ile, bir "üst kategori" olmaktan çıkacaktı.

Aynı zamanda estetik, yüksek sanatın "elitleştirdiği" bir sanatçı ve sanatsever grubunun uzmanlık alanı olmaktan uzaklaşacak ve yaşamın tüm alanlarına yayılacaktı.



//2011-Mimar Sinan Üniversitesi-Emre Zeytinoğlu ders notlarından düzenleme//

Yorumlar

Popüler Yayınlar